Mısır'ın ikinci devrimci dalgası mı?

04 Ağustos 2013
Mısır'ın ikinci devrimci dalgası mı?

Alman Komünist Partisi DKP Mısır'daki gelişmeleri değerlendiren bir yazı yayınladı. Yazıyı tam metin olarak okurlarımıza sunuyoruz.

Mısır'ın ikinci devrimci dalgası mı? 
(18 Temmuz 2013)

Devrimci kitle hareketi yeniden halk düşmanı bir rejimi devirmeyi başardı

Batı medyasında Mursi'nin ordu yönetimi tarafından devrilmesine ilişkin yer alan tartışmaların aksine şunu tespit etmek gerekir ki, Mursi'yi deviren ordu değildi. Onu deviren, Mısır halkının kitle hareketiydi. Generaller yalnızca halk kitlelerinin talepleri doğrultusunda formel bir işlevi yerine getirdiler. Sokaklardaki ayaklanma olmasaydı onlar harekete geçmezlerdi, hatta geçemezlerdi.

"Le Monde"un (1.7.) verdiği bilgiye göre haftasonuna gelen 30 Haziran'da 14 ila 17 milyon arasında insan Mısır'da sokaklardaydı, bu sayı 2011'deki ayaklanmanın çok üzerinde. Bu, Mısır tarihinin en büyük kitlesel gösterilerinden biriydi. Bu, Mursi'yi görevden almaya yönelik "ayakların oylaması"ydı.

Devrimci kitle hareketleri demokrasinin ne olduğunu "az gelişmiş halklara" öğretmek gerektiğini düşünen Batı metropollerindeki demokrasi havarilerinin "yasallık kriterleri"ne gerek duymazlar.

Mursi'nin devrilmesine yol açan kitle hareketleri, Mısır halkının öz güveninin ve kendi kaderini demokratik biçimde tayin etmenin bir ifadesiydi. Bu anlamda, halkın iradesini ayaklarıyla tepen hükümetlere karşı nasıl davranmaları gerektiği konusunda Avrupalılar için ancak ilham verici bir örnek oluşturabilir.

Mursi'nin devrilmesine yol açan neydi?
Birçok gözlemcinin görüşüne göre Mursi rejimine karşı ayaklanmaya yol açan, özellikle Mursi'nin ve kendisini yöneten Müslüman Kardeşlerin ekonomik ve sosyal koşulları iyileştirememeleri nedeniyle ortaya çıkan kitlesel boyuttaki öfkeydi. Mursi'nin görevde kaldığı bir yılın sonunda, yalnızca "eski rejimin politikasını yeni biçimde" uyguladığı görüşü hakim olmaya başladı.

Mursi yönetiminde enflasyon oranı % 9'larda bulunuyordu, resmi işsizlik oranı ise % 13,2'e ulaşmıştı. Nüfusun yaklaşık % 25'i yoksulluk sınırının altına yaşamaya devam ettiği halde, bunları Mursi bir sorun olarak dahi görmüyordu. Buna, elektrik kesintileri, içme suyu sıkıntısı, benzin ve mazot sıkıntısı eklendi. Buna karşın Mursi, 5 Milyon Mısır Lirasının (yaklaşık 530.000 Euro) üzerinde yüksek gelir sahibi olan kesimlerden yalnızca % 30 oranında vergi kesiyordu, bu rakam örneğin Fransa'dan daha düşüktü.

Politik yönden de Mursi'nin politikası hiçbir şekilde beklentilere cevap vermiyordu. 26 Aralık 2012 tarihinde yürürlüğe konan Anayasa yalnızca İslamcıların eseriydi ve onların damgasını taşıyordu. 2011 Devrimine katılmış olan diğer güçlerle müzakere yapılmadı. İnsan hakları örgütlerinin verdiği bilgilere göre bir yıl süren Mursi hakimiyeti altında gazeteciler "Cumhurbaşkanı'na hakaret"ten, Mübarek dönemine göre toplam dört kat daha fazla yargılandı. Müslüman Kardeşler sistemli olarak devlet aygıtını kendi yandaşlarıyla doldurma ve onu "kendi devletleri"ne dönüştürme çabasında oldular.

Kaldı ki, Mursi 2012'deki seçimlerde ucu ucuna zafer elde etmişti. Seçimlerin birinci turunda oyların yalnızca % 24,8'ini almıştı. İkinci turda % 51,7 almasını ise seçmen çoğunluğunun onun programını onaylamasına değil, karşısına aday olan ve Mübarek rejimini temsil ettiği düşünülen Şefik'in iktidara gelmesini önlemek amacıyla doğan duruma borçluydu.

Böylelikle bir yıllık Mursi hakimiyetinin sonuçları ışığında ve gözle görülür şekilde yeni otoriter ve bu kez islami perspektifle bir diktatörlük rejimi kurma yönelimi gözönünde bulundurulduğunda, kendisine oy veren milyonlarca seçmeninin hayal kırıklığına uğramasına ve kendilerini aldatılmış hissetmesine şaşmamalı.

Bundan sonrası nasıl devam edecek?
Halk kitlelerinin ikinci büyük devrimci ayaklanma dalgasının sonucunda neyin ortaya çıkacağı şu anki konum itibarıyla açık. Devrilen İslamcıların başı yenilgiyi kabul edecek ve hatta bir süre sonra ordunun getirdiği teklif doğrultusunda iktidar oluşumuna "ortak" olacaklar mı, bunları şu an için tahmin etmek zor. Ancak, Müslüman Kardeşlerin şiddete başvurarak bir ayaklanma girişiminde bulunmaları ihtimal dahilinde görülmüyor.

Ortaya çıkan durumun en büyük sorunlarından biri, kendiliğinden gelişen kitle hareketinin her ne kadar tekrar nefret duyulan bir yöneticiyi devirmeyi başarmış olsa da, bu hareketin olası ve hedef alınacak alternatifler hakkında fazla bir tasavvurunun bulunmamasıdır. Hareket, çok farklı görüşlere sahip farklı gruplardan oluşuyor. Bu ise, devrimci kalkışmanın enerjisini tekrar "rayına" koymak için olası manevralara büyük bir olanak sağlıyor. Ne işçi hareketi ile sendikal hareket ne de siyasal sol bu hareketin içerisinde şu anda yönlendirici bir güç odağı olmaktan uzak.

Sonuçlardan bir diğeri ise, kitlelerin talebinin tanımı olmayan bir demokrasi, yeni bir anayasa ve seçim talebinin ötesine geçmemesi. Ekonomi ve sosyal politikanın bundan sonraki yönelimine veya muazzam petrol ve gaz kaynaklarının sağladığı zenginliğin yoksulların ve çalışanların yararına yeniden bölüşümü veya ekonominin temel sektörlerinin yeniden millileştirilmesi gibi sorunlar, görülebildiği kadar, şimdiye kadar hemen hiç gündeme gelmedi. Dış sermaye, ABD ve AB ya da İsrail ve Petrol şeyhleriyle ilişkiler gibi konular da öyle.

Generaller ne istiyor?
Diğer önemli bir soru, ordu yönetiminin bundan sonraki tutumunun,çıkarlarının ve hedeflerinin ne olacağı. Nasser'in eski antiemperyalist, bağımsız ulusal politikası gibi bir role dönüş beklemek, yanlış olur. Şimdiki subay üst kademesi kendi çıkarları bulunan, Mısır'ın burjuva üst sınıfının bir kesiminden geliyor. Ordu, yalnızca silah sektörü değil, aynı zamanda şirket zincirlerinden, büyük arazilerden ve finans kuruluşlarından muazzam karlar elde ettiği bir ekonomik imparatorluğa sahip. Devlet ekonomisinde de (Süveyş kanalının yönetimi vb. gibi) müdür ya da yönetici olarak emekli subaylar ya da ordu mensupları görev yapıyor.

Ayrıca, ABD'nin finansal desteğine bağımlılık da söz konusu. Değişik kaynaklara göre, Mısır ordusuna Washington'dan her yıl 1,3 milyar ABD Doları akmaktadır. Üst rütbeli ordu mensuplarının birçoğu öğrenimlerini ABD askeri okullarında bitirdiler.

Her ne kadar ordu siyasi iktidarı doğrudan devraldıktan sonra arka planda kalmaya çalışsa da, çıkarı, devrimci halk hareketini tekrar “rayına” oturtmak ve Mısır'da mevcut kapitalist “düzeni”, “kaos ve anarşi”den korumaktan yana.

Burjuva kesimlerin ortak yönetimi mi?
2011'den itibaren ordu yönetimi Müslüman Kardeşlerle zaman zaman bir tür “ortak yönetim” uygulamaya çalıştı. Bu çöktü. Şimdi ise yeniden, bu defa Mısır burjuvazisinin Batı medyasında “liberal” ve “laik” olarak bilinen kesimiyle bir tür “ortak yönetim” uygulama çabasında görünüyor. Ancak, Müslüman Kardeşler ve Camilerle bağlantıda olan ve Mısır burjuvazisinin ticaretle uğraşan kesimi de, kabul ettiği takdirde, buna ortak olmalı. Ayrıca, “isyankar gençliğin” temsilcileri de bu yapıya çekilmeli ve bu şekilde yeni sisteme entegre edilmelidir.

Ancak önümüzdeki süreçte hangi bileşim oluşursa oluşsun bir geçiş sürecinden ibaret kalacaktır. Elbette, eğer öncelikle en azından daha fazla demokratik hak ve özgürlük, demokratik ve sol güçler için, işçi hareketinin ve sendikal hareketin gelişimi için daha fazla hareket ve eylem özgürlüğü elde edilebilecekse, bu Mısır halkı için bir kazanç anlamına gelebilir.

Ancak er ya da geç Mısır devriminin asli ve gerçek talep ve hedeflerinin gerçekleşmesi ve nüfusun çoğunluğunun yaşam şartlarının gerçek anlamda iyileştirilmesi sorunları yakıcılık kazanacaktır. Halkın bu taleplerinin yerine gelmesi ise, köklü ekonomik ve sosyal dönüşümler, egemen burjuva çevrelerin iktidar ve kazanç çıkarlarını ve aynı zamanda Mısır'da faaliyet gösteren dış sermayenin mülkiyet ve kazanç çıkarlarını sınırlandırmadan mümkün olmayacaktır. Umarız, o zamana kadar Mısır solu ve marksist güçleri ortaya çıkan bu koşulları, daha iyi örgütlenmek ve güçlenmek için kullanabilsin.

Georg Polikeit