Dün (21 Mart 2013) Diyarbakır’da “Öcalan’a Özgürlük, Kürtlere Statü” sloganı çerçevesinde düzenlenen büyük Newroz mitingine yüz binlerce kişi katıldı. Mitingte Abdullah Öcalan’ın “çözüm süreci”ne ilişkin açıklaması okundu.
Ne var ki, haftalardır medyada verilen haberlerin ve yaratılan beklentilerin aksine, Öcalan’ın açıklaması, bir barış planı veya çözüme ilişkin yol haritası içermiyor. AKP ile Öcalan arasında varıldığı belirtilen “çözüm süreci mutabakatı”na ilişkin somut adımlara, karşılıklı olarak kabul edilen önlemlere de yer vermeyen açıklama, dünyaya, bölgeye ve ülkeye ilişkin genel bir bakışı ve Öcalan’ın Kürt tarafının neler yapabileceğine ilişkin değerlendirmelerini içeriyor. Açıklama, bu nedenle, her iki tarafın değil, tek bir tarafın niyet ve dileklerini ortaya koyan bir bildirge niteliğini taşıyor.
Açıklamanın kavramsal dili
Öcalan, açıklamasında, Türk halkı ile Kürt halkının “bin yıla yakın İslam bayrağı altındaki ortak yaşamları”nı öne çıkarıyor. Ona göre, bu ortak yaşam, “kardeşlik ve dayanışma hukukuna dayanmaktadır.”
Buna karşılık, Öcalan'a göre, “halkı bağlamayan dar bir seçkinci iktidar elitinin” son yüzyıldaki “baskı, imha ve asimilasyon politikaları” “tüm tarihi ve de kardeşlik hukukunu inkâr” etmiştir. Oysa, “bu kardeşlik hukukunda fetih, inkâr, red, zorla asimilasyon ve imha” olmadığı ve olmaması gerektiği için, Türkler ve Kürtler, “Ortadoğu'nun temel iki stratejik gücü olarak” “bu zulüm cenderesinden ortaklaşa çıkış” yapmalıdırlar. Artık dönem değişmiştir. “Zaman ihtilafın, çatışmanın, birbirlerini horlamanın değil, ittifakın, birlikteliğin, kucaklaşma ve helalleşmenin zamanıdır.”
AKP'nin Sünni politik İslam ideolojisine çok uygun düşen bir tarih bakışından yola çıkan bu değerlendirme, Kürt meselesinin çözümünü, Kürt ulusal haklarının tanınmasını evrensel demokrasi kavramından ve enternasyonalist bakıştan değil, din kardeşliğine dayalı bir millet tanımlamasından türetmeye çalışıyor. Bu değerlendirme, AKP Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun son dönemlerde sık sık yaptığı “Halkına yabancı Batıcı elitlerin kurduğu yüzyıllık laik ulus-devlet parantezini kapatıyoruz ve aslımıza dönüyoruz” çağrısını hatırlatıyor. Davutoğlu, 15 Mart'ta Diyarbakır'da yaptığı konuşmada da bu görüşlerini tekrarlamıştı.
Türklerin ve Kürtlerin bin yıllık din kardeşliğini, “Çanakkale'de omuz omuza şehit düşmek”, “Kurtuluş Savaşı'nı birlikte yapmak, 1920 Meclisini birlikte açmak” gibi yakın tarih temalarıyla birleştiren Öcalan, bu ortak geçmişten “ortak geleceğimizi de birlikte kurmamız gerektiği” sonucunu çıkarıyor ve “TBMM'nin kuruluşundaki ruh, bugün de yeni dönemi aydınlatmaktadır” diyor.
Açıklamaya göre bugünkü durum
Öcalan'ın açıklamasına göre, bugün Milli Kurtuluş Savaşı'nın “daha güncel, daha karmaşık ve derinleşmiş bir türevini yaşıyoruz.” Türkler ve Kürtler, tıpkı o dönemde olduğu gibi, “Misak-ı Milli çerçevesinde” birleşmeli ve yeni bir Türkiye'yi, yeni bir Ortadoğu'yu ve yeni bir geleceği kurmalıdır.
Burada ilginç bir nokta var. Misak-ı Milli çerçevesinden söz eden Öcalan, Misak-ı Milli kavramını AKP'nin yayılmacı emellerine, Osmanlı imparatorluğu'nu diriltme hayallerine uygun bir içerikle yorumluyor. Ona göre, Irak ve Suriye halkları Misak-ı Milli'nin dışında bırakıldıkları için parçalanmış, ağır sorunlarla karşı karşıya kalmışlardır. Öcalan şöyle diyor: “Misak-i Milli'ye aykırı olarak parçalanmış ve bugün Suriye ve Irak Arap Cumhuriyeti'nde ağır sorunlar ve çatışmalar içinde yaşamaya mahkûm edilen Kürtleri, Türkmenleri, Asurileri ve Arapları birleşik bir 'Milli Dayanışma ve Barış Konferansı' temelinde kendi gerçeklerini tartışmaya, bilinçlenmeye ve kararlaşmaya çağırıyorum.”
Kürt toplumunun eşitlik ve özgürlük temelinde yurttaşlık haklarına kavuşması gibi somut ve yakıcı bir mesele, burada bambaşka bir meselenin altında kayboluyor. AKP'nin, ABD, AB, NATO, İsrail, Arabistan ve Katar'la birlikte hareket ederek, Irak ve Suriye'yi mezhep ve ulus temelinde parçalamaya giriştiğini herkes biliyor. AKP'nin yeni-Osmanlıcı hayallerine uygun bir konferans önerisinin, evrensel demokrasi kavramıyla, ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkıyla herhangi bir ilişkisi yoktur. Emperyalizmin saldırısına uğrayan komşu halklara savaş açarak barışa kavuşulmaz.
Öneriler
Öcalan, genel bakışını ortaya koyduktan ve güncel durum değerlendirmesini tamamladıktan sonra, Kürt hareketine yönelik önerilerine geçiyor.
Birincisi, Öcalan, silahlı mücadele döneminin tamamlandığını ve “demokratik siyaset süreci”nin başladığını söylüyor: “Silahlı direniş sürecinden, demokratik siyaset sürecine kapı açılıyor. Siyasi, sosyal ve ekonomik yanı ağır basan bir süreç başlıyor; demokratik hakları, özgürlükleri, eşitliği esas alan bir anlayış gelişiyor. 'Artık silahlar sussun, fikirler ve siyasetler konuşsun' noktasına geldik.”
İkincisi, Öcalan, silahlı grupların ülke dışına çekilmesini istiyor: “Artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir.”
Üçüncüsü, Öcalan, silah yerine siyasetin öne çıkmasını, mücadelenin sona ermesi olarak değil, mücadele yönteminin değişmesi olarak tanımlıyor: “Bu bir son değil, yeni bir başlangıçtır. Bu mücadeleyi bırakma değil, daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır.”
Özet
Öcalan, açıklamasında, Kürtlerin Sünni İslam kardeşliği çerçevesinde kardeşlik ve dayanışma hukukundan yararlanmasını istiyor. Asimilasyon, baskı ve imha politikalarına son verilmesini talep ediyor. Kürt silahlı güçlerinin sınır dışına çekileceğini ve silahlı mücadeleyi bırakıp siyasal mücadeleye ağırlık vereceğini söylüyor. AKP'nin politik Sünni İslam zihniyetini paylaşıyor. Misak-ı Milli kavramına yayılmacı bir yorum getiriyor. AKP'nin emperyalist blokun taşeronu olarak Irak ve Suriye'yi parçalama politikasına uyum sağlıyor. Evrensel demokrasi ve enternasyonalist anlayış çerçevesinde Kürtler için neleri istediğini somut olarak ortaya koymuyor, bu isteklere genel dilekler çerçevesinde değinmekle yetiniyor.
Kısacası, Öcalan'ın açıklamasında, Kürt meselesinin barışçı çözümü ve buna ilişkin yol haritası; Kürt ve Türk gençlerinin birbirlerini öldürmemesi; anaların ağlamaması; bölge halklarının dil, din, mezhep, ulus ayrımı olmadan emperyalizme karşı birliği ve dirliği konularında somut bir planın sunulmadığını söyleyebiliriz. Bir kez daha anlaşılıyor ki, AKP'nin tekelinde, somut bilgilere yer vermeyen, şeffaflıktan uzak bir sürecin barış davasına hizmet etmesi hiç de kolay olmayacak.