Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 29 Eylül 2016’da muhtarlara yaptığı konuşmada Lozan Barış Antlaşması’na ağır biçimde çattı. Erdoğan şunları söyledi:
“Tarihte bize ne yaptılar? 1920’de bize Sevr’i gösterdiler, 1923’te Lozan’a bizi razı ettiler. Birileri de Lozan’ı ‘zafer’ diye yutturmaya çalıştı. İşte şu an Ege’yi görüyorsunuz değil mi? Bağırsan sesinin duyulacağı adaları biz Lozan’da verdik. Zafer bu mu? Oralar bizimdi. Oralarda bizim camilerimiz, mabetlerimiz var, ama şu anda hâlâ Ege’de kıta sahanlığı ne olacak, havada, denizde ne olacak bunları konuşuyoruz, hâlâ bunun mücadelesini veriyoruz. Niye? İşte o anlaşmada masaya oturanlar sebebiyle. O masaya oturanlar, o anlaşmanın hakkını vermediler. Veremedikleri için şimdi onun sıkıntısını biz yaşıyoruz. Şayet aynen bu darbe de başarılı olsaydı, Sevr’i dahi aratacak bir dayatmayla karşımıza çıkacaklardı.”
67 gün önce
Oysa Erdoğan 15 Temmuz’daki Amerikancı-Fethullahçı darbe girişiminin bastırılmasının hemen ardından, 24 Temmuz 2016’da Lozan Antlaşması’nın 93. yıldönümünde yayınladığı mesajda Lozan konusunda tam tersini söylemişti. Mesajı hatırlayalım:
“Bugün, Cumhuriyetimizin kurucu belgesi olan Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasının 93. yıldönümüdür.
Aziz milletimizin inanç, cesaret ve fedakârlıkla elde ettiği zafer, Lozan Antlaşması ile diplomasi ve uluslararası hukuk alanına taşınarak tescil edilmiştir. Bu antlaşma, yeni kurulan devletimizin tapusu niteliğindedir.
Lozan Antlaşması’nın içeriği, bu anlamda başta millî irade ve demokrasi olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti’nin sahip olduğu temel ilkelerin değeri, bugünlerde çok daha iyi anlaşılmaktadır.
Aziz milletimiz, kendi seçtiği temsilcileri eliyle kullandığı iradesine yöneltilen her türlü darbe teşebbüsüne karşı, kurtuluş mücadelesi ruhuyla, birlik, beraberlik ve dayanışma içinde cevap vereceğini, yaşanan son hadiselerle bir kez daha göstermiştir.
Milletimizin, farklı mihraklardan gelen ihanet girişimleri karşısındaki asil ve kararlı duruşu, önümüzdeki süreçte ülkemizin demokrasi, özgürlük ve kalkınma yolunda ilerleyeceğinin en açık delilidir. Aradan geçen 93 yılda Avrupa’nın en büyük 6., dünyanın en büyük 17. ekonomisi haline gelen Türkiye Cumhuriyetini, 2023 hedeflerini gerçekleştirmekten, 2053 ve 2071 vizyonu doğrultusunda ilerlemekten hiçbir güç ve odak alıkoyamayacaktır.
Bu düşüncelerle, Lozan Barış Antlaşması’nın 93. yıldönümünde, Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal başta olmak üzere, antlaşmanın mimarı olan tüm devlet adamlarımızı rahmetle anıyorum.”
Ani ve köklü dönüş
Tuhaf değil mi? Bu mesajın üzerinden sadece 67 gün geçiyor ve Erdoğan Lozan konusunda taban tabana zıt ikinci bir değerlendirme yapıyor. İlk mesajda “Cumhuriyetimizin kurucu belgesi”, “aziz milletimizin inanç, cesaret ve fedakârlıkla elde ettiği zaferin diplomasi ve uluslararası hukuk alanına taşınarak tescil edilmesi”, “yeni kurulan devletimizin tapusu” olarak övülen Lozan Antlaşması, ikinci mesajda “birilerinin ‘zafer’ diye yutturmaya çalıştığı antlaşma” olarak karalanıyor. İlk mesajda “Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal başta olmak üzere, antlaşmanın mimarı olan tüm devlet adamlarımız” rahmetle anılırken, ikinci mesajda aynı kişiler kötü bir antlaşmayı “yutturmaya çalışan birileri” olarak kötüleniyor; “masaya oturup da antlaşmanın hakkını veremeyenler”, “bize sıkıntı yaratanlar”, “Ege’de bağırsan sesinin duyulacağı adaları verenler” olarak yerden yere vuruluyor.
Türkiye’yi sömürgeci işgalden kurtaran ve bağımsızlığa kavuşturan Ulusal Kurtuluş Savaşımızın zaferini kayda geçiren Lozan konusunda bu kadar kısa sürede bu kadar büyük bir savrulma, sadece sorumsuz politikacıların “dün dündür, bugün bugündür” mantığıyla açıklanamaz. Her türlü inandırıcılığı yitirme sonucunu verebilecek bu dönüşün mutlaka daha köklü bir nedeni vardır.
15 Temmuz deneyimi
Amerikancı-Fethullahçı 15 Temmuz darbe girişimini bastıran Büyük Halk Savunması’nın öznesi, ordunun yurtsever-laik kesimi, polis örgütünün Fethullahçı olmayan bölümü ve Türkiye halkının en geniş kesimleriydi. Meydanlara ve sokaklara çıkan, kışlaların önünü dolduran, tankların önünü kesen kitlelerin büyük kısmı AKP’ye oy veren “Reisçiler”di.
Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin kitle tabanı olarak suistimal ettiği, din duygularını sömürdüğü, sol ve devrimci demokrat akımlarla tanışmamış ve siyasal bilinci yeterince gelişmemiş bu kesim 15 Temmuz’da dinci-mezhepçilikle, işbirlikçi vurgunculukla, emperyalizmle, NATO’yla karşı karşıya geldi.
“Reisçi” kitleler, sofuların sofusu Fethullahçıların kendilerine ateş açtığını gördüler. Laikliğe en düşman çevrenin Amerika’nın-NATO’nun hizmetinde olduğunu yaşayarak öğrendiler. AKP’nin Fethullahçılarla yıllarca içli dışlı olmasının ne kadar büyük bir yanılgı olduğunu bizzat Erdoğan’ın ağzından duydular. Amerika’nın Türkiye’yi teslim almak, bölüp parçalamak için ne kanlı oyunlar çevirdiğini AKP sözcülerinden dinlediler.
Emperyalizmin Yeni Sevr dayatması anlamına gelen 15 Temmuz darbe girişiminden kıl payı kurtulan AKP olayların gelişimiyle ümmetçi söylemini ulusal söyleme çevirmek zorunda kaldı. Erdoğan’ın Lozan’ı göklere çıkaran birinci mesajı işte bu dönemin ürünüydü.
Kitleler değişir
Ne var ki, kitleler esas olarak kendi siyasal deneyimleriyle bilinçlenir. Başlarına gelen olaylardan öğrenir. Darbeye karşı koymak için meydanlara çıkan kitlelerin, yaşadıklarının etkisiyle siyasal yaklaşımlarını, tutumlarını, davranışlarını değiştirebileceği öngörülebilir. Eski yaklaşımlarını, tutumlarını, davranışlarını terk edebileceği beklenebilir. Çünkü kitleler hiç kimsenin, hiçbir örgütün, hiçbir partinin, hiçbir akımın tapulu malı değildir. Mücadeleyle değişirler ve ortamı değiştirirler.
Demek ki, 15 Temmuz ve sonrasında yaşananlar, kitlelerin siyasal bilincinde dönüşüme yol açabilir. Günümüzün “Reisçi” kitlelerinin, kendi deneyimleriyle, cumhuriyeti ve laikliği savunma çizgisine yönelmesi hiç de şaşırtıcı olmaz. Öyleyse bu durumu değerlendiren birileri de AKP tabanının yurtsever-laik cumhuriyet çizgisine ilerleme olasılığından tedirgin olabilir. Böyle bir tedirginlik, Lozan konusunda tam aksi yönde açıklamaların gerekçesi olabilir. Tabansız kalma korkusu gayet somuttur. Kişiyi alır savurur, hatta tarihsel olguları çarpıtmaya bile itebilir.
Oysa emperyalizmin Türkiye’yi Tanzimat-Cumhuriyet öncesine döndürmeyi ve bölüp parçalamayı amaçlayan Yeni Sevr saldırısı koşullarında Lozan’a çatmak, insanın bindiği dalı kesmesi anlamına gelir. Bağımsız, demokratik, laik, sosyal hukuk cumhuriyetine düşmanlık, bilelim ki, vatana ve halka düşmanlıktır.