İktidarı Necmettin Erbakan liderliğindeki Refah Partisi ile Tansu Çiller yönetimindeki Doğru Yol Partisi'nin oluşturduğu “Refahyol koalisyonu”nun elinden alan ve 8 yıllık kesintisiz eğitimi gerçekleştiren 28 Şubat 1997 müdahalesinin üzerinden 15 yıl geçti.
Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin Türkiye işçi sınıfına, şehir ve köy emekçilerine, Kürt ulusal hareketine, gençlik ve kadın hareketine şiddetli ve yoğun saldırısıyla geçen bu 15 yılda, Türkiye ve bölge kapsamlı bir sınıf mücadelesine sahne oldu.
Emperyalizm ve işbirlikçi tekelci oligarşi bu dönemde özelleştirme, taşeronlaştırma, sendikasızlaştırma, gericileştirme programını hızlandırdı; ülke içinde özel savaşı tırmandırdı; küçük ve orta ölçekli tarımı çökertti; Avrupa Birliği'nin dayattığı Gümrük Birliği ve emperyalist blokun dayattığı Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kurallarıyla ülkeyi sanayisizleşmeye ve aşırı yoğun işsizliğe mahkûm etti.
Aynı dönemde, egemen kapitalist oligarşi ve devletteki uzantıları arasında sömürü, vurgun ve talandan kimin aslan payını alacağı konusunda çok yönlü bir çatışma da yaşandı.
28 Şubat'ın bilançosu
28 Şubat 1997 müdahalesi, siyasal iktidarın esas olarak dinci iş çevrelerinin örgütü MÜSİAD hükümetinden geleneksel tekelci iş çevrelerinin örgütü TÜSİAD hükümetine geçmesi anlamına geliyordu.
28 Şubat, eğitimin ve siyasetin artan dinselleşmesine karşı 8 yıllık kesintisiz eğitim reformunu yaparak İmam Hatip okullarının orta bölümlerini kapattı.
Ne var ki, 28 Şubat, laiklik ve kadın hakları açısından çok sınırlı bir ilerleme anlamına gelen bu adımı köklü bir reforma çevirmekten kaçındı. Laikliği ayaklar altına alan iki büyük kurumsallaşmaya, yani egemen Sünni inancını bütün yurttaşlara dayatan Diyanet İşleri Başkanlığı'na ve zorunlu din derslerine son vermedi. Ateistleri, laikleri, Alevileri, Hıristiyanları, Yahudileri, egemen inanç dışında kalan bütün felsefe ve inanç sahiplerini, çocukları, gençleri ve kadınları dinci dogmaların saldırısından kurtarmadı.
Aynı şekilde, 28 Şubat, laikliği düşünce ve örgütlenme özgürlüğüyle birleştirmedi. İşçi sınıfının, emekçilerin haklarını tanımadı. Yoksul kesimleri dinci cemaat ve tarikatların kucağına itmeyecek, onları sadakaya muhtaç etmeyecek sosyal uygulamalara bir bir son verdi.
28 Şubat, Kürt halkının eşitlik ve özgürlük özlemlerini karşılamadı; aksine, şovenizmi körükledi. Kürt savaşıyla şehirlere ve Batı bölgelerine sürülen yoksul köylüleri çaresizlikle baş başa bırakmaya devam etti.
28 Şubat, işbirlikçi oligarşinin sömürü, vurgun ve talanını arttırdı. Bütün halkı bankacıların, borsacıların insafına terketti. Büyük kapitalist medyayı daha da yozlaştırdı;“âli kıran, baş kesen” küstah bir güç durumuna yükseltti.
28 Şubat, bağımsızlık doğrultusunda adım atmadı; aksine, ABD ve İsrail'le işbirliğini daha da arttırdı. Silahlı Kuvvetleri ve MİT'i NATO, CİA, MOSSAD'la daha da yakınlaştırdı.
28 Şubat, TÜSİAD tekelci oligarşisinin hizmetkârı merkez sağ ve aşırı sağ partilerle işbirliği yaptı. Ordu ve bürokrasi içinde laiklik, demokrasi ve bağımsızlık yönünde yeni adımlar atılmasını isteyen, “haddini aşan” tabandaki ve orta kademedeki 28 Şubatçı kadroları hızla tasfiye etti.
28 Şubat, iktidardan indirdiği Refah Partisi'nin emperyalizme belli ölçüde mesafeli olan kesimini tasfiye ederken, emperyalizme biat eden sözüm ona “yenilikçi” kesiminin yolunu açtı.
28 Şubat, AKP olarak somutlaşan yenilikçilerin 2002'de emperyalizme mutlak itaati içselleştirmiş bir kadro olarak iktidara gelmesine vesile oldu.
Dünya hakimiyetini elinde tutmak ve pekiştirmek isteyen ABD'nin Ortadoğu işgallerini gündeme aldığı koşullarda ABD ve AB emperyalistleri, AKP ve Gülen hareketinin sunduğu hizmetleri ülke ve bölge hakimiyeti için can alıcı önemde buldular. Dinci çevrelerle işbirliğini, geleneksel ortakları olan laik görünümlü sağcı generalleri ve politikacıları satacak ölçüde hızlandırdılar. Emperyalizmin AKP'ye ve Gülen hareketine verdiği destek, dinci iş çevrelerini temsil eden MÜSİAD ve TUSKON'u, laik görünümlü TÜSİAD'ın yanına, oligarşinin ayrılmaz parçası durumuna yükseltti.
AKP iktidarının 10., 28 Şubat'ın 15. yılında TÜSİAD işbirlikçi-tekelci oligarşi içerisinde ekonomik olarak açık üstünlüğünü sürdürmekle birlikte politik ve ideolojik alanlarda üstünlüğü MÜSİAD'a ve TUSKON'a kaptırmış durumda.
Egemen ideolojinin evriminde 28 Şubat
Tek parti döneminde egemen burjuvazinin resmi ideolojisi ilan edilen Kemalizm, Türk-Batı Sentezi'ne dayanıyordu. Bu ideoloji, egemen burjuvazinin Amerikan emperyalizmiyle bütünleştiği çok partili dönemde adım adım Türk-İslam-Batı Sentezi'ne dönüştürülerek yorumlandı. Kemalizmin/Atatürkçülüğün bu yorumu 12 Eylül 1980 diktatörlüğü döneminde ve sonrasında gerçek resmî ideoloji durumuna getirildi.
Düşünsel içeriği açısından bakıldığında, 28 Şubat, Türk-İslam-Batı Sentezi'nde İslamcılık unsurunun artan ağırlığını kırpma girişimi olarak gündeme geldi. Ne var ki, 28 Şubat, ekonomik-politik-askerî içeriğiyle emperyalizmin ve işbirlikçi kapitalist oligarşinin genel çıkar çerçevesiyle sınırlanmış olduğu için, geçici bir parantez olmaktan öteye gidemedi.
Yeni resmî ideoloji
Uzatmalı Çankaya savaşını kazanan AKP, bugün sözüm ona eğitim reformu girişimiyle 28 Şubat müdahalesinin rövanşını alıyor. AKP'nin “Dindar gençlik yetiştireceğiz” söylemi; AKP'ye dinci faşist Necip Fazıl'dan miras kalan “Dininin, beyninin, ilmininin, ırzının, evinin, kininin, kalbinin davacısı bir gençlik” özleminin döne döne vurgulanması; “İslam-Türk-Batı Sentezi”ni yeni resmî ideoloji durumuna yükseltme hamlesidir.
Solda ayrışma
28 Şubat, komünist ve sosyalist çevrelerde önemli bir ayrışmayı da beraberinde getirdi. İki kesim devrim ve sosyalizm hedefinden vazgeçti. Bir kesim, özellikle “yenilikçi” dinci çevreleri “demokratik” bir güç sayarak sonunda AKP'nin ve Gülen hareketinin organik aydınları olacak ölçüde yozlaştı. Bir başka kesim, güya “emperyalizme, şeriatçılığa ve bölücülüğe karşı mücadele” adına ulusalcılığı benimseyerek neo-Kemalist bir şovenizme teslim oldu; kimi açıkça, kimi daha örtülü biçimde devlet bürokrasisiyle bütünleşti.
TKP kadroları, 28 Şubat'ın peşine takılmayı ve ulusalcılığı reddettiği gibi, dinci çevreleri “demokratik” güç saymayı ve “sivil toplumculuğu” da reddetti. Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinin bütünlüğünü vurguladı; devrim ve sosyalizm amacını öne çıkardı; egemenlerin hiçbir kesiminin peşine takılmadan işçi sınıfının, şehir ve köy emekçilerinin, ezilen halkların birleşik ve bağımsız mücadele yolunda ısrarcı oldu.
92. yılında kendi programı, tüzüğü, adı, kısaltması ve orak çekiç yıldızlı amblemiyle yasal olarak çalışmaya başlayan Türkiye Komünist Partisi, 28 Şubat'ın 15. yılında da bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesini sürdürüyor. İşçi sınıfının ideolojik, politik ve örgütsel bağımsızlığını koruyarak AKP iktidarının içte ve dışta savaş, sömürü ve vurgun politikasına karşı bütün emekçileri, ezilen halkları birleştirmeye çalışıyor.